"Bugün her şeye yetişebilecek miyim?" Yapılacak işler listesi uzayıp giderken, günün sonunda bir şeyleri eksik bırakmış gibi hissediyorum. Zaman akıyor, ben ise onun peşinden koşuyorum. Ama bu yarışın kazananı kim?
Son yıllarda zaman konusunda giderek artan bir kaygı hissediyorum. Yetişememe, boşa geçmiş zaman korkusu, bir şeyleri kaçırıyormuş gibi hissetmek… Hep bir acele, hep bir yetişme telaşı. Yaş aldıkça mı böyle oluyor, yoksa modern hayatın üzerimize yüklediği bir baskı mı bu?
Eskiden zaman sanki daha yavaş ilerliyordu. Çocukken günler sonsuz gibi gelirdi. Şimdi ise saatler hızla geçiyor, hafta başlıyor ve bir bakıyorum, çoktan sona ermiş. Peki bu hız neden? Daha fazla iş yapmak için mi? Daha verimli olmak için mi? Yoksa bu, kendimize koyduğumuz yapay bir baskı mı?
Bazen durup düşünmeye çalışıyorum: Asıl mesele yetişmek mi, yoksa yaşamak mı? Hayatı sürekli bir "yetişme" kaygısıyla yaşamak, anı kaçırmaya sebep olmuyor mu? Zamanı verimli kullanmak ile onu takıntı haline getirmek arasında ince bir çizgi var. Kendime "Bu acele neden?" diye sorduğumda, cevabı net bir şekilde bulamıyorum.
Belki de asıl mesele zamanın kölesi olmamak. Hayatı hızlandırmaya çalıştıkça, onun içindeki anlamı kaçırıyoruz. Evet, sorumluluklarımız var, hedeflerimiz var. Ama bunları gerçekleştirmeye çalışırken kendimizi hırpalamak yerine, sürecin tadını çıkarmayı öğrenmeliyiz.
Bu farkındalık üzerine çalışıyorum. Zamanla yarışmak yerine, onunla uyum içinde hareket etmeyi öğrenmek istiyorum. Çünkü günün sonunda, önemli olan her şeyi yetiştirmek değil; yaşadığımız anlara değer katabilmek.
Ve Günün Sözü: "Zamanın efendisi ol, kölesi değil." Seneca