Aşağıda paylaştığım yazı, yaklaşık bir yıl önce yayınladığımız ve kimilerinin okuyup geçtiği, kimilerinin ise umursamadığı bir köşe yazısıydı belki de. “Ot bir nesil” derken neyi anlatmaya çalıştığımı çoğunuz aslında anladı; çünkü bahsettiğim “ot nesil” ne yazık ki senin, benim yani bizim çocuklarımız. Elbette istisnalar hariç demeden geçmek istemiyorum; birçok kişinin çocuğu “pırlanta gibi” ifadesiyle övülse de, maalesef bu çocukların sayısı çevremizde bir elin parmaklarını geçmiyor.
Peki, bu “ot nesil”de suçlu kim diye sorsak, eminim her konuda olduğu gibi herkes bir başkasını suçlayacaktır. Yıl 2024; teknoloji tavan yapmış, iş imkanları her alanda çok iyi durumda, ama bizim gençler her köşe başında “ot” içme derdine düşmüş durumda. Ve biz ebeveynler bu duruma sadece dışarıdan bakıyoruz. Üstelik hiçbir şey yapamıyoruz. Devletin bu konudaki tutumu, bu durumu neredeyse yasal hale getirmesi cabası. Amaçlarının ne olduğunu bilemesek de “şeriatın kestiği parmak acımaz” demek yerine bu soruna acilen bir çözüm bulunması gerektiğini düşünüyorum.
Hiç fark ettiniz mi bilmem; örneğin Almanya’da esrar ve kokain gibi maddeleri kullananların %80’i yabancılarken, yüksek gelirli işlerin ve kazançların sahiplerinin yalnızca %10’u yabancılar. Sizce bu komik değil mi? Ağır iş kollarının %95’ini ise yabancılar üstleniyor.
“Ot bir nesil” derken, bu dönemin çocuklarının “ot” gibi bir hayatın içinde yaşıyor olması, gelecekle ilgili hiçbir planlarının olmaması, hangi rengi sevdiklerini bile bilmemeleri, hayattaki güzelliklerden hiç zevk almamaları, hatta üzücü olaylardan bile etkilenmemeleri aileleri içten içe üzmekte. Çünkü aileler, evlatlarının her zaman iyi olmalarını, aile kurmalarını, iyi bir iş sahibi olmalarını isterler ve doğal olarak da evlatlarından saygı, sevgi ve ilgi beklerler.
90’lı yıllara bakarsanız, cep telefonu ve internet henüz ortada yokken, aslında her şey o kadar güzeldi ki… Hangi gence sorsanız bir “aile” kavramı vardı; erkekler okula gider, ardından askere, sonra da evlenip çoluk çocuğa karışarak hayata doğru bir akış sağlarlardı.
2000’li yılların başında ise önceleri gizli saklı yaşanan birçok olay artık tüm gizliliğini kaybetmiş durumda. Ayıp, günah, utanma duyguları ve saygısızlık öyle bir boyut aldı ki, artık “ot” diye tabir ettiğimiz kesim, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demeye başladı. Hiçbir şey umurlarında değil. Akşama kadar boş boş yatsınlar, başka bir dertleri yok. Peki, bu gidişe kimse “dur” demeyecek mi? Evet, demeyecek; çünkü bu devran böyle gidecek gibi görünüyor. Ancak elbette bu sorunların üstesinden gelmek için birçok yol var. Örneğin çocuklarımızla arkadaş olmayı beceremiyoruz. Neden? Çünkü çocuklarla büyükler arasında “arkadaş” ilişkisi kurulamaz. Eğer bir çocukla büyük arkadaş olmaya kalkarsa saygı namına her şey yok olur ve büyük-küçük ilişkisi kaybolur. “Oğlumla arkadaş gibiyim,” ya da “Kızımla can ciğerim” gibi ifadeler aslında yoktur; sadece kendimizi kandırırız.
Acilen bir “Ot Nesil Masası” kurulup, bu gidişe dur denilmesi adına bir plan ve proje yapılması gerekir. Bu zincirin halkalarında kişiler, aileler, akrabalar, komşular, mahalle, ilçe, il; ne varsa çocuklarımıza örf, adet ve kültürümüzü aşılamazsak, zaten bitmiş olan değerlerimizi tamamen kaybetmekle karşı karşıya kalacağız.
Atatürk Cumhuriyeti Türk gençliğine armağan etti, ancak bu nesil bu emanete nasıl sahip çıkar, zamanla göreceğiz. Herkesin 101. Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun. Unutmayın, Cumhuriyet 30 kupona alınmadı.